ey aşk..

La İlahe İllallah Muhammeden Resülallah Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr / Işıksız ruhumu sallar da durur... ↔↔↔ A benim canım! Sevgiyi dar kalıpların içine hapsetme. Kimi dokunarak, kimi bakarak sever. Bazısı kaçarak, bazısı yakalanarak sever. Nicesi susarak, nicesi de konuşarak sever. Seninkine uymadı diye, bir başkasını sevgisiz ilan etm
e! Fakat şunu da unutma: Şer’i ölçülerin dışına taşan her türlü yakınlık, maazallah ayak kaydırır. Halbuki “sevgi”, ayakları kaydıran değil, Hakk’a yaklaştıran duygunun adıdır. A benim güzel gönüllüm! Sen sen ol, “seviyorum” dediği halde sana zarar verene inanma. O nasıl sevgidir ki sevenini incitir, zarara sokar? Yok yok! Ne aşk o kadar ucuz, ne maşukluk öyle kolay… Yine de, “seviyorum” diyene merhametle yaklaş ve sabır ile hakkı hatırlat ki bu söz de öyle herkese nasip olmaz. Öyle veya böyle, sevmeye meyyal bir kalp, kıymetlidir. A benim anlayışlım! Bak işte söylüyorum, anla. Buz gibi durduğum nice zaman, içimde koca bir volkan kaynar da sezdirmek istemem. Tebessüm ettiğim nice zaman, içimdeki çocuğun dudakları büzülmüş, çoktan ağlamaya başlamıştır da, belli etmem. Sana batar gibi dururum ya, senden çok canım acır. Bazen, senden kaçar gibi dururum ya, bilirsen, hayrınadır A benim tatlım! Dikkat et. Kiminin dikeni kaktüs gibi dışında, kiminin dikeni gül gibi dalında, kiminin de dikeni, balık gibi içindedir. Dokunmadan önce iyi düşün de, olmadık yerde canını acıtma. Bir de, dikeni kınamaya değil, sevmeye bak. Ne yapsın, Yaratan onu da batsın diye yaratmış. ↔↔↔ Lâmelif, zâhirden bâtına dönen bir yoldur; Lâ ve İllâ’ya çıkar bu adres… Âh bu ses, “Allah’tan başka ilâh yoktur.” O’na dönmekten başka felâh yoktur. ↔↔↔ Aşk bir şem-i ilâhidir; benim pervânesi. ↔↔↔ Ben bir dilberde gördüm o saf, âri güzelliği. Kays Leyla'da, Sultan Mahmud Ayaz'da, Vâmık Azra'da, bülbül gülde, pervâne şem'de. Daha niceleri gördü benim bu gördüğümü. Demek ki Bir olan başka. Bunlar ancak O'ndan nişâneler taşıyor. Gül de, Leyla da, Şirin de, Azra da hepsi bir. Hepsi yalnızca aşkın sûreti. Yani bu vâdide sûret başka; ama asıl aynı. Sözler başka; ama fasıl aynı. Resim başka; ama nakış aynı. Biçim başka; ama kumaş aynı. Ve dâhi yangın başka; ama ateş aynı. ↔↔↔ Fikre mâşuk düşünce, söze sessizlik, lisâna kelimesizlik düşer. ↔↔↔ "Aşk ne vakitten beri vardır?" diye suâl etmiştim ona. Meğer ne ağır bir suâlmiş. Bir an düşününce acıdım ona. Gözlerime bu kadar çâresiz bakışını görünce, gönlüme bir acı tebelleş oldu. "Hele yanaş" dedim. Gelip karşıma diz çöktü. "Bak, görür müsün hâlimi? Ben günler, aylar ve hattâ senelerce aradım bu suâlin cevabını. Sana sorduğumu dâhi unutmuşken, kendi içimdeki yangına çâre diye aradım. İlkin sandım ki, bu aşk söylemeye başladığında, canın acımaya başladığında ortaya çıkar. Kelimelerin söze vurduğunda, sözün köze çaldığında ele gelir. Sonra anladım ki; bu, aşkın sözde hâliymiş. Hattâ aşk değilmiş o. Susmak gerekirmiş ilkin. Sonra, "susmak demektir" dedim aşka. Susunca başlar. Sustukça artar dedim. Ama sustukça âşık dalında kavrulan yaprağa dönermiş. Bir güzelin simâsındadır dedim. Simâya düşürdüm bu üç harfi. Harfe sığmadı, söze sığmadı. Yanmak dedim de köze sığmadı. Güzelin kara gözünden taştı, göze sığmadı. Meğer aşkı sûrete sığdırırsan boğulurmuşsun. Yanarmış da kavrulurmuşsun. Dilbere aşk edersin; ama aşk bâki kalır da güzeli unuturmuşsun. Aşk yangınla başlar sandım. Saf nâr sandım aşkı ben. Ama aşk yanmak, köz olmak, nihâyeti hiç olmakmış. Hiç etmekmiş bedenini, canını, gözünle gördüğün dilberi hiçe vurmak, hiçle tartmakmış. Aşk ezelden varmış. Ona bir başlangıç bulunamazmış. Hiçbir can yokken o varmış. Aşk bir güzel isim. Aşk bir gizli hazineymiş. Bulunca almak gerek, onunla yanmak gerekmiş. İşte ben bu suâlime böyle cevap verdim. Doksan dokuz güzel ismin yanına ekledim bir isim daha; el-Aşk. İşte sırrı buymuş aşk diye gönlümüze düşenin. O gönüle gömülüymüş de aramak gerekmiş. Her kişi aradığını bulur. Biz dâhi Aşk'ı ararız. Lâkin o nerede? O ne zamandır var? O âlem yokken de vardı, dilber yokken de vardı, güzel yokken de vardı, kelâm yokken, söz yokken ve dâhi beden yokken de vardı. O sırdı, bilinmek istedi. Üç harfine üç âlem yansın istedi. İşte, aşk, bir güzel isimdir. Ve aşk ezelden beri vardır. En güzel isimlerin içinde gönlümüze saklanmış gizli bir hazinedir o. Ben böyle bildim, böyle söyledim ve dedim ya, doksan dokuz güzel isme bir isim daha ekledim; el-AŞK." ↔↔↔ Baktım, bütün âlem hizmetimde. Verdiği nimeti saymaya kalksam, mümkün değil. Hem baktım, kimileri bu lutuflardan gafil, kimileri şükre durmuş. Ben de o teşekkür edenlerden olayım istedim de dedim ki: “-Rabbim! Başımdaki saçların her bir teli için ayrı ayrı; ağzımdaki dişlerin her bir tanesi için yana yana ve gözlerime nasip ettiğin yaşların her bir damlası için, sevinçten uça uça şükrediyorum sana! İkramlarından bir ikram olan sevenlerim için, onların, hiç haberim bile yokken, hakkımda ettikleri dualar için, iyi niyetli arkadaşlar, geniş gönüllü dostlar gönderdiğin ve onlara benim her türlü sıkıntılarıma rağmen, yanımda ve yakınımda bulunabilme arzusu ve aşkı verdiğin için, Sana şükür! Pek alışmışken birden bire elimden alıverdiğin dünyalıklar ve hiç alışkın değilken ikram ediverdiğin tüm sevinçler için şükürler olsun sana. Aynı şükrü, hayatıma âniden katıverdiğin hüzün ve kederler için de tekrarlıyorum!” Her an gözettiğini ve seherlerime hayat bahşederek, beni çok sevdiğini hissettirdiğin için şükür Sana! Koku alabildiğim, yürüyebildiğim, üşüyebildiğim, terleyebildiğim, konuşabildiğim, görebildiğim, dokunabildiğim ve uyuyabildiğim için şükürler olsun! Sadece hatırlayabildiğim için değil, unutabildiğim için de çok şükür. Gülmekle birlikte ağlamayı da tattırdığın, hayatın neredeyse her lezzetini aldırdığın için şükür. Hissedebilen tenim ve kalbim için, günahından ötürü pişmanlık duyabilen vicdanım için şükür Sana! Sevabından ötürü kibirlenmeyi zül sayan, kalbine yaklaşmış aklım için çok şükür! Murâdım o ki: Beni bana aştır da Sana ulaştır! Sevgimi, acı tatlı nice farklı lezzetle sınayacağın her seferinde, gönlüme sükûnet, yüzüme nûrâniyet ve neticeye nusret nasip eyle! Zayıflığımı kudretinle, fakirliğimi kereminle destekle! Günahlarımı rahmetinle, hayırlarımı kabûlünle karşıla! Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Madem öyle, hamd de Sana, şükür de Sana! Diyorlar ki, “güzel bir şey söyle bana!” Daha güzel bir şey yok ki: “Subhâne Rabbiyel Âlâ!”

Yorumlar

Popüler Yayınlar